Dün, Mısır'da tanıştığım ve iyi ki de tanıştığım arkadaşımla birlikteydim. Abdülhakim, Kuzey Afrikalı bir annenin ve Türk bir babanın ikinci çocuğu. Kendisini 'iyi' tanıyan herkesin nereye koyacağını şaşırdığı bu şahsına münhasır adamla uzun zamandır görüşmüyordum. Hatta Mısır seyahatinden sonra oldukça az görüşük. Otostopla dünyayı dolaşan, konfor'un 'K' harfini bile aramayan bir adamla benim gibi çizmesini 2 dakika önce ofiste cilalayan bir kadının nasıl bir ortak noktası olabilir?!:) ama var... Hem de oldukça fazla. Örneğin Kahire ve İskenderiye de ben de konfordan tamamen vazgeçebildiğimi gördüm (!) çantamdaki birçok şeyi kullanmadan geri getirdim! Hatta bir ara sıcaktan o kadar bunalmıştım ki çantamı İskenderiye tren garında bırakmak istedim (gerçekten!). Beni bilen bilir, birçok kadın gibi duygusal açlık ve açıklıklarını materyallerle, insanlarla, feedbackle, egoyla doyurmaya çalışan; birçok bakımdan 'sıradan' sayılabilecek bir kadınım. Tek farkım, bunun farkında oluyor olmam olabilir:) Bu nedenle nasıl göründüğüm ve hissettiğim önemlidir. Bu asıl ben için olmasa da kendisini dışarıya göre ayarlayan egom için önemlidir. Asıl benliğim için saçımın nasıl göründüğünün ne önemi olabilir ki :P Bu nedenle birçoğunuzun 'amaan ne olacak! ' diye düşündüğünüz durumlar benim için sıkıntı verici olabiliyor (oldukça).
Bir yanım bilgisayar oyunlarında yaratılan hayali karakterler gibi sabırla, ilmek ilmek ördüğüm, gerçekliğinden sürekli şüphe duyduğum bu 'tasarımı' terketmek istiyor. İşte tam bu virajlarda Hakim gibi insanlarla tanışıyorum ya da çarpışıyorum diyelim. Hakim, gidiyor... Nereye mi? kendisi de bilmiyor yani tam olarak:) Hindistan' a oradan da Tibet diye düşünüyor fakat emin değil, her an herşey olabilir diyor ve ekliyor: 'Plansızlık en iyi plandır!' Cumartesi gecesi yani 3 gün sonra Tebriz'de uyumayı düşünüyormuş. Ben de dinliyorum... Anlatacak o kadar şeyi var ki 'Senin,' diyorum, 'bu kadar anlatacak şeyi biriktirirken harcadığın paraya ben bir mont(!) alıyorum.' 'Elimde pardon dolabımda (!) bu var...'
Gülüyor... 'Sürekli çalışırsanız kendiniz için hiçbirşey yapamazsınız çünkü bunun için asla yeterli vaktiniz olmayacak...'
'Kaçışınızı planlamanız gerek, farkında olmadan...'
Haklı, ama çıkışıyorum: 'Ne yani?! hepimiz kendimizi yollara mı vuralım?'
Diyor ki: 'Konu kendini kafanda yollara vurmak, hafif yaşamak için hafif olman gerek...'
Bla bla bla, haklı... Kitaplarını okuduğum yazarlar da haklı ama bir fark var bu durumda karşımda kanlı canlı bir biçimde söylediği herşeyi yaşayan birisi var. Sallamıyor, beylik cümleler kurmuyor söylediği herşeyi yaşıyor. O zaman anlıyorum insanların 'üstad' olarak gördükleri kişilerin yanlarında olabilmek için neden herşeyi feda ettiklerini (örn. şems/ mevlana) çünkü insanları söyledikleriyle değil eylemleriyle yargılıyoruz ve evet, hep 'eylemden' öğreniyoruz. Çene ishali olmuş gibi konuşuyoruz ama uygulamıyoruz. Buna o kadar alıştık ki, uygulayan biri çıktığında ezberimiz bozuluyor.
Dün akşam onu küçültüp bir kutuya kapatmak istedim, onu kıskandım, ona sinirlendim, çamur atmak istedim, hatta fikirlerinin ve yaşamının huzuruna o kadar sinirlendim ki... Sonunda farkettim, gitmesine üzülmüyorum bir pet gibi ona 'sahip' olmak istiyorum, yanımda dursun istiyorum madem onu küçültemiyorum içinde 'ben' büyümek istiyorum! ve bunların hepsini bir elma dilimi ketçaba batırırken düşünüyorum :D
'Canım,' diyor... 'Seni tanıdığımdan beri söylüyorum, izin vermen, dinlenmen gerek. Herşeyi bırakmalısın emin ol dünya sen onu kontrol etmeye çalışmadan da dönüyor:) Gerçekten dinlen, dinle... Sonra gel ne istiyorsan onu yap.'
'Konformizm reformizmi tetikler, hep birşeyler yaptığında daha iyi olacağı illüzyonuna kapılırsın...'
'Spontane yaşamak, anda kalmak demek. Sürekli tetikte olmalı ve anı yönetmelisin yani o kadar da kolay değil. Ama şu kolaylığı var, o kadar dikkatli olmalısın ki birşeye fazla sıkılman mümkün değil. Akışa izin vermelisin.'
'İzin verdikçe sezgilerin güçleniyor ve hata yapma payın 'eğer kendine kulak verirsen' neredeyse 0 a düşüyor. Doğru yerde doğru zamanda doğru insanlarla oluyorsun.'
Onun ağzından kendi cümlelerimle yazdım:) . Çok sıradan değil mi? Bir kitapçıda kişisel gelişim rafının önünde dursanız 10 kitaptan 10'u benzer şeyler söyleyecektir...
Fark neydi? Eylem...
Demek ki kitapları çöpe atmanın ve insanlara yer açmanın zamanı gelmiş...
Tüm eksikliklerini sevgiyle kucaklamış, spontane yaşamı onurlandıran, evrene gerekli müdahaleler için izin veren insanlar heryerde...
Bulunmayı bekliyorlar..
Hey orada mısınız? :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder