GENNA Marketing Communication Group yayını yeni bir e-dergi, ben beğendim. Sunumu temiz okuması rahat.http://www.gennaration.com.tr/
GENNA Marketing Communication Group yayını yeni bir e-dergi, ben beğendim. Sunumu temiz okuması rahat.
Bence, kessinlikle dünyanın en eğlenceli, keyifli ve zor sporu sualtı rugbysidir. Şimdi okuyanlardan bu sporla uğraşan varsa kocaman gülümsemiştir, çünkü ne demek istediğimi anlamıştır. Senelerce uğraştığım için elbette objektif değilim! Güzel anılarımın çoğu bu sporla ilgili. Sonrasında yatay geçiş yaptığımız sualtı hockey'i asla rugby kadar zevk vermedi. Sualtı Rugby'si 3 boyutlu oynayabileceğiniz tek takım sporu:) heryöne hareket özgürlüğünüz var. Rakiple mücadele var, risk var, kulak çınlaması var, bolca faul var:) Antrenmanı derinliği düşük havuzlarda oldukça zor, düşünsenize ortalama 2m derinliği olan bi havuzda 1 sene antrenman yapıyorsunuz ve müsabaka 5m derinlikte! Oyyy! Alışmak içinse muhtemelen 2 gününüz var:) Her deplasmanda o boş ve derin havuzu gördüğümde kalp çarpıntısından ölecek gibi olurdum. Ya dalamazsam, ya basınca dayanamazsam, ya kulağıma bişi olurda maça giremezsem, vs. vs. ama maç düdüğüyle biterdi hepsi. Madalya seramonisinde her seferinde gülme krizine girer ve azar yerdik. Kocaman tam olimpik bir havuzun etrafına birbirlerini görecek şekilde yüzlerce sporcuyu dizin ve gülmemelerini bekleyin! Mümkün değildi... Hele saygı duruşu.. Bir havuzdan bir de seramonide rezil olmaktan korkar olmuştuk:) Antrenörümüzde inadına protokolün karşısına koyardı bizi! Malzeme eksikleri, yırtılan mayo panikleri ve saç kurutma makineleriyle geçen bir ilk gençlik zamanı. Maçtan hemen önce 1-ısınmaktan nefret ederdim 2- konuşmaktan, ama bütün azarlarımı da çok konuştuğum için yerdim! Hele bir Trabzon mono palet deplasmanı yolcuğumuz vardıki hatırladıkça gülerim...
Dün, Mısır'da tanıştığım ve iyi ki de tanıştığım arkadaşımla birlikteydim. Abdülhakim, Kuzey Afrikalı bir annenin ve Türk bir babanın ikinci çocuğu. Kendisini 'iyi' tanıyan herkesin nereye koyacağını şaşırdığı bu şahsına münhasır adamla uzun zamandır görüşmüyordum. Hatta Mısır seyahatinden sonra oldukça az görüşük. Otostopla dünyayı dolaşan, konfor'un 'K' harfini bile aramayan bir adamla benim gibi çizmesini 2 dakika önce ofiste cilalayan bir kadının nasıl bir ortak noktası olabilir?!:) ama var... Hem de oldukça fazla. Örneğin Kahire ve İskenderiye de ben de konfordan tamamen vazgeçebildiğimi gördüm (!) çantamdaki birçok şeyi kullanmadan geri getirdim! Hatta bir ara sıcaktan o kadar bunalmıştım ki çantamı İskenderiye tren garında bırakmak istedim (gerçekten!). Beni bilen bilir, birçok kadın gibi duygusal açlık ve açıklıklarını materyallerle, insanlarla, feedbackle, egoyla doyurmaya çalışan; birçok bakımdan 'sıradan' sayılabilecek bir kadınım. Tek farkım, bunun farkında oluyor olmam olabilir:) Bu nedenle nasıl göründüğüm ve hissettiğim önemlidir. Bu asıl ben için olmasa da kendisini dışarıya göre ayarlayan egom için önemlidir. Asıl benliğim için saçımın nasıl göründüğünün ne önemi olabilir ki :P Bu nedenle birçoğunuzun 'amaan ne olacak! ' diye düşündüğünüz durumlar benim için sıkıntı verici olabiliyor (oldukça).
Olgunluk Çağı, Camille Claudel'in bir heykelinin ismi. Tuttuğum bir defteri karıştırırken Sakuntala isimli heykelinin görseline rastladım, özenle çıkış alıp yapıştırmışım. Sakuntala, hintli bir şair olan Kalidasa'nın 7 perdelik oyunundan esinlenilerek yapılmış. Derken aklıma yukarıda resmi görünen heykeli geldi. Tekrar baktım...